Meb-Kitap
  10.sınıf edebiyat kitabı cevapları
 


SAYFA 106
26.Hurşidname adlı metnin anlatım biçimi öyküleyici anlatımdır.

27.”Hurşidname” adlı metinin olay örgüsü
Ø Hurşid ile Boğa Hanın savaş meydanında karşılaşmaları
Ø Hurşid ile Boğa Hanın diyalogları
Ø Hurşid’in yüzünden zırhı kaldırması ve Boğa Hanın Hurşid’in güzelliğinden kendinden geçmesi
Ø Hurşid’in Boğa Hanı öldürmesi
28.Teması aşktır.

EK BİLGİ: (mutlaka okuyunuz)
Bu eserin tenkitli metnini hazırlayıp inceleyerek ilim âlemine
sunan Prof Dr. Hüseyin AYAN “Hurşîd-nâme’de Aşk” başlığıyla, eserdeki beşerî ve ilahî aşkın tezahürü üzerinde durmuştur. H. Ayan burada, beşerî aşkla ilahî aşkın eserde yan yana
yürüdüğünü ve bunların birbirinden ayrılmasının güçlüğünü belirtir. Hurşîd’in
güzelliği, bu güzelliği görenin bayılması ve uzun süre kendisine gelememesi,
görmeden âşık olma, aşkın ve âşıkların hâlleri, aşk-akıl ilişkisi, aşkın söz, saz ve resim yoluyla ortaya çıkışı ve sözün etkisi… gibi konuların ele alındığı kısımda, Şeyhoğlu’nun aşk hakkındaki fikirleri de verilmiştir. H. Ayan bunları şöyle sıralar:
“1. Aşkın gizli nice dünyaları vardır ki akıl bunlardan asla
haberdâr olmaz,
2. Aşka boyun eğmeyenler bu âlemlerden bîgânedir,
3. Âşık olmayan insanların kişiliği yoktur,
4. Âşık olmayan insanlar gözden, kulaktan dilden ve dudaktan lezzet alamazlar,
5. Âşık olmayan insanlar, ne insanın ne kâinatın sırrını ve seyrini temâşâ edemezler.”
H. Ayan bunlardan sonra; bu beş unsurla aşkı târif ederek çeşitli açıklamalar yapmayı da ihmâl etmez. Bu açıklamalarda görülen husus, beşerî aşkın tarifine, ilâhî aşkı karıştırma temayülünün ağır basmakta olduğudur.” değerlendirmesini yapar.
29.Metin olağan üstü özellikler taşıyan gerçek hayatta karşılaşamayacağımız olaylar ve karakterlerin olduğu tamamen kurmaca bir metindir.

2.Etkinlik
HURŞİD: İran Şahının kızı.Uğruna ölünecek kadar güzel, kıvrak zekalı, iyi eğitimli, savaşçı, yiğit, cesur…
FERAHŞAD: Mağrib ülkesinin hükümdarının oğlu, Hurşid’e aşık…

30.
zaman :“yüzünden örtüyü kaldırdıktan sonra, geceleri, ertesi günü, savaşın kızıştığı sırada…” gibi belirsiz zaman ifadeleri

mekan: “Bir kaleye, Mağrib şehri, savaş meydanı” gibi mekanlar…Bu mekanlar sadece yer adı olarak geçmiş tasvir edilmemiştir.



31.Metnin manzum kısmında 4. 7. 12. 15. 16. 20. 22. 23. beyitlerde sanatlı söyleyiş vardır.Örneğin;
12.beyitte “Bütün kemiklerinin bağı çözüldü, kuşu uçtu, budağı sarsıldı.”
Mübalağa istiare
20. beyitte “Güneşin yüzünden kara bulutun kalktığı gibi hemen ay yüzünden zırhı kaldırdı.”(teşbih sanatı) vb….
Bu sanatlı söyleyişler(bu içerik önce blogkafem.blogspot.com’da yer almıştır.Lütfen ziyaret edin) anlatımı kuvvetlendirmekte, ifadenin süslü ve edebi olmasını , söylenmek istenenin zihinde daha belirgin ve güzel bir şekilde anlatılmasını sağlamaktadır.

32.Mesnevinin uyak şeması:
aa/ bb/ cc/dd /ee / ff (mesnevilerde her beyitin kendi arasında uyaklı olduğunu unutmayınız.)

33.Hurşidname mesnevisinde mesnevi türüne ait özellikler:
Ø Beyitlerle yazılmıştır.
Ø Uyak düzeni aa/ bb/ cc / dd/ ee/ ff…dir.
Ø Aşk teması işlenmiştir.
Ø Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.(Kalıbı mefâîlün / mefâîlün /feûlün )
Ø Öyküleyici anlatımla masal havasında anlatılmıştır.

34.ŞEYHOĞLU MUSTAFA’NIN EDEBİ KİŞİLİĞİ:
· 14.yüzyılın şöhretli mesnevi yazarıdır.
· Edebi yönü çok kuvvetlidir.
· Nesir alanında da oldukça ustadır.
· Eserlerini Türkçe ile yazmanın güçlüğünden şikayet eder.
· İran edebiyatının önde gelen isimlerinden ve özellikle bunlardan Ferîdüddîn Attâr ve Senâî’nin, Şeyhoğlu’nun edebî kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynamıştır.
· “Şair, Hurşîd ü Ferahşâd’da, o zamana kadar bir
mesnevide bulunması belirlenmiş hususların hiçbirisini ihmal etmemiştir.
· Şeyhoğlu Mustafa, Şehnâme’den aldığı epizot ve motiflere başka kaynaklardan ve özellikle Türk tarihi ve geleneklerinden ilâveler yaparak bunları yerli yerine koymuş, olayın bütün inceliklerini nazımla söylemiş ve bu uğurda büyük emek harcamıştır. Eserin hacmi (7903 beyit) yanında, her beytine büyük özen göstermiştir.

SAYFA 107


3.
Battal Gazi: Kahramanlık yönü bulunan gözü pek, yiğit, cesur bir komutan...
Boğaç Han: Yiğit, cesur,kahramanlık yönü bulunan aile değerlerine bağlı...
Danişment: Kahramanlık yönü bulunan gözü pek, yiğit, cesur, alperen
Hurşid: Uğruna ölünecek kadar güzel, kıvrak zekalı, iyi eğitimli, savaşçı, yiğit, cesur…

4.Bu kahramanların ortak özellikleri olağanüstü özellikler gösteren kahramanlık yönleri olan ideal tiplerdir.

5.Eserlerdeki çekirdek gerçeklik zamanla halkın hayal gücünün etkisiyle olağanüstülükler kazanmıştır.Bu dönem metinlerinde fetih , gaza ve kahramanlık temaları halk arasında büyük rağbet görmüştür.
6.
Ø Olağanüstülüklerin görülmesi
Ø İdealize edilmiş kahramanların varlığı
Ø Olay örgüsü yer ,zaman ve kişi unsurlarının metnin yapısını oluşturması
Ø Öyküleyici anlatımın kullanılması
Ø Hurşidname hariç anonim nitelikte olması gibi özellikler metinlerde yer alan masal ve destan unsurlarıdır.
Ø Dönemin zihniyetini yansıtması (destan unsurları)
7.Bunun sebebi kahramanlık temasının her dönemde hep ilgi görmesi ve insanoğlunun ideal olan her şeye ilgi duyması ve yüceltmesi olabilir.
8.Tüm ödevler için -> blogkafem.blogspot.com / blogkafem.net

SAVULUN BATTAL GAZİ GELİYOR
LEYLA İLE MECNUN
DELİ DUMRUL
9. Her iki metnin yapısı olay örgüsü, yer zaman ve kişilerden oluşur.Her iki metinde de ilahi bakış açılı anlatıcı ve epik bir anlatım ,yalın ve anlaşılır bir dil vardır.Her iki metinde de kahramanlık teması işlenmiştir.

Benzer özellikler taşımasının sebepleri:
ikisinin de Türk kültüründen beslenmesi
İkisinde de milli değerlerin ön plana çıkarılması
İkisinde de kahramanlık temasının işlenmesi
İkisinde de topluma mâl olmuş lider vasıflı kişilerin bulunması
Edebi geleneğin etkisi

SAYFA 109
DEĞERLENDİRME
1.DEDE KORKUT HİKAYELERİNİN TÜRK EDEBİYATI AÇISINDAN DEĞERİ VE ÖNEMİ
Dede Korkut Hikayeleri destan geleneğinden halk hikayeciliğine geçişin ilk ürünüdür.Bu hikayeler Türk ruhuna Türk düşüncesine Türk kültürüne ışık tutan en açık belgelerdir.Destan özellikli ve pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler.Türkler’in tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere methiye ve kötülere eleştiri vardır. “Dede Korkut Kitabı”nda (Dede Korkut ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan=Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türkler’in yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta, “Dede” ve “Ata” olarak geçen ve “Korkut Ata” olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Karakalpak boyları arasında bu adlarla bilinmektedir.Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığı dikkati çeker.
2. (Y)
3.(D)
4.(Y)
5. Danişmentname
6.kahramanlık , aşk
7)(A) aa/bb/cc/dd/ee…
8)(A)

Sayfa 110 ve Sonrası
Hazırlık
NASREDDİN HOCA(1208-1284)
Türk halk bilgesi ve fıkra kahramanı .Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde 1208 yılında doğdu, 1284 yılında Akşehir'de öldü.Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi, İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır. Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

13 ve 14. yüzyıllar, Anadolu’da yaşayan Türk insanı için oldukça sancılı geçen yüzyıllardır. Bu yüzyıllar içinde büyük Türk devletlerinden olan Selçuklu Devleti güçlenmiş olsa da aslında Anadolu’da yaşayan Türk halkı için zorlu yıllar yaşanmıştır.

Örgün eğitimin günümüzdeki kadar yaygın olmadığı bu dönemlerde tekke ve medreseler halkın eğitiminde çok büyük bir öneme sahiptir.Tekkeler, tasavvuf düşüncesinin, anlayış ve terbiyesinin derinleştirildiği ve halka takdim edildiği bir yerdir. Tekke , zâviye, hankah, âsitane ve dergâh gibi isimler altında birbirinden hemen hemen farksız olan bu kuruluşlara insanlar, dünya hayatının çeşitli meşakkat ve sıkıntıları ile yorulan ruh ve bunalan gönüllerini dinlendirmek için giderlerdi. Onlar burada bir araya gelip boş zamanlarını değerlendirirlerdi.Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında, şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Bundan dolayı onlar, etraflarındaki insanların mânevî ihtiyaçlarını temin ederek, bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlardı. Böylece Kur'an'ın tavsiye ettiği bir metod olan hikmet ve güzel öğütle insanları dine ve hakikata çağırıyorlardı.13. yüzyılın en önemli oluşumlarından biri Mevleviliktir. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin düşüncelerinin yaygınlaştırılması amacıyla Mevlana’nın oğlu Sultan Veled tarafından kurulan Mevlevilik, halkı Tanrı’ya davet etmiştir. Tanrı sevgisinden, insan sevgisinden hareketle, insanların isyan etmeleri engellenmiştir. Mevlevilik, insanlara huzuru sunmuş ve onların birbirlerine düşmelerini engellemiştir. Mevlana’nın şiirleri ve öyküleri halkı aydınlatmış ve insanlarımızın sevgi dolu bir ortamda yaşamalarını sağlamıştır. (Aralık 2006 Edebiyat Sandığı) 13 ve 14. yüzyıllarda Bektaşilik ortaya çıkmıştır. Bektaşilik, Hacı Bektaş-ı Veli’nin evrensel insan sevgisini yaymaya çalışmıştır. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yapmadan insanları eşit görmek gerektiği anlayışı halka yerleştirilmiştir. Türk insanının barışçıl yaklaşımı, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi düşünürlerin etkisiyle güçlenmiştir diyebiliriz.
13 ve 14. yüzyıllarda çok büyük Türk şairleri ve düşünürleri yetişmiştir. Bu sancılı dönemlerde düşünür ve sanatçılarımız, Türk insanının derdine derman olmuştur. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Gülşehri, Ahmedi, Kadı Burhaneddin, Nasreddin Hoca bunların en önemlileridir.

SAYFA 111
1.Makalat'tan adlı metinin anlatımı mensur (düz yazı) biçiminde öğretici anlatımdır.

2.Makalât dört kapı-kırk makam tertibi üzre kaleme alınmıştır. Bu tertip, Anadolu’daki ilk mutasavvıf olan Ahmed Yesevi'nin "Fakrnâme"siyle hemen hemen aynıdır . Dört kapı (şeriat-tarikat-ma'rifet-hakikat) kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sülük(yola girme) anlayışıdır. Bektaşilik,bu “Dört Kapı Kırk Makam” öğretisi ile somutlaştırılmıştır. İnsan, olgunlaştırma ve yetiştirmeye yönelik evrelerden geçirilerek toplumsallaştırılmaya çalışılır.

3.Makalât'taki bazı ek ve kelimeler günümüz Türkçesine göre ses değişikliğine uğramıştır.Bazı kelimeler de kullanımdan düşmüştür.

a) Metindeki günümüz Türkçesinde kullanılmayan kelimeler: "bahıllık,pes,hasad,nayıb, subaşı..." gibi sözcüklerdir.
bahıl:cimri
nayıbnaib):Tahtta hükümdar olmadığı zaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten kimse:
pes: şimdi
hasad:hizmetçi
subaşı:Subaşılar Osmanlı Devleti döneminde; barış zamanında asayişi sağlayan, savaş zamanında da orduda çeşitli görevlerde bulunan subaylardır.(günümüzde "subay" sözcüğü)
Tarihi süreç içerisinde dildeki kelimelelerin değişmesinin sebepleri:
Kültürel sosyal ve kültürel değişmeler
savaşlar, göçler
b)didik > dedik
vardur > vardır
öyke > öfke
kal'a > kale
c)
Şeytanın yardımcısı nefstir.Şeytanın muhafızları da kibir, hased, cimrilik, aç gözlülük, öfke , gıybet ve kahkaha, masakaralıktır.Bunların hepsi sabırla hayra döner.
İnsana cimrilik gelirse cömertliği ona havale etmek gerek.
Hased, cimrilik,açgüzlülük dünyayı terk etmekle ortadan kalkar.
Kibrin aslı şeytan ; miskinliğin(ek bilgi: miskin:tasavvufta) yoksul, benliğinden geçmiş kişi) aslı ise Rahman'dır.
İnsanoğlu yüzünü Allah'ın dileğine döndürmelidir.(çalap Eski Anadolu Türkçesinde Tanrı demektir)...
ç) Metnin yazılış amacı: Hacı Bektaş-ı Veli eserini döneminin tasavvuf ve hayat anlayışını ,Allah aşkını ve bu aşkın verdiği coşkuyu ,İslam inancının kaynaklarını öğretmek amacıyla yazmıştır.
d)Metin öğretmek, aydınlatmak, bilgi vermek amacıyla yazıldığı için dil sade ,açık, anlaşılırdır.

SAYFA 112
4.Metnin anlatım biçimi manzumdur. (şiir şeklinde)
5.Makalat mensur şekilde Garibname ise manzum şekilde yazılmıştır.Buna göre:

ÖĞRETİCİ METİNLERİN ANLATIM BİÇİMLERİ

MANZUM METİNLER MENSUR METİNLER

6. Bu metinler öğretici metinlerdir.İslam medeniyetinin şekillendirdiği Türk kültürünün izlerini taşır.Biçim bakımından manzum şekilde kaleme alınmışlardır.Mesnevi nazım biçiminin özelliklerini taşırlar.Metinlerin bağlı bulunduğu gelenek tasavvuf geleneğidir.
7) Eklenecek.

Sayfa 113
8. PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
· Hoca bir gün Konya’ya gitmek üzereyken etrafını saran çocuklar düdük isterler.
· Çocuklar sadece biri ısmarladığı düdüğün parasını Hoca’ya verir.
Ø ANA DÜŞÜNCE: "Parasını verdikten sonra isteğini elde edebilirsin”
Veya “Bazı şeylere bir bedel karşılığında sahip olunabilir.”

Diğer fıkraları verilen örneğe göre kendiniz yapınız
Bir gün Hoca Konya’ya gitmek üzere yola çıkar.Akşehirli çocuklar etrafını sararak düdük ısmarlar. (GİRİŞ BÖLÜMÜ)
Yalnız bir tek çocuk ısmarladığı düdüğün parasını peşin verir...Doğrusu ile başlayan cümleye kadar ( GELİŞME BÖLÜMÜ)
-Çocuklar öyle yağma yok!Parayı veren düdüğü çalar, der (SONUÇ BÖLÜMÜ)

SAYFA 115
12)
Makalat : Döneminin tasavvuf ve hayat anlayışını ,Allah aşkını ve bu aşkın verdiği coşkuyu, İslam inancının kaynaklarını öğretmek.
Garib-name : Anadolu Türklerine tasavvuf ve hayat anlayışını öğretmek
Nasrettin Hoca : Mizah anlayışı çerçevesinde kıssadan hisse çıkartmak
Yüz Hadis : Kur’an ve Peygamber sevgisi ile bunlara tabi olmanın gerekliliğini anlatmak
Kaabusname : Devlet adamlarına öğüt vermek

13. 14.YÜZYIL NESRİNİN(DÜZ YAZISININ) DİL ÖZELLİKLERİ
v Eserlerde kullanılan dil sade ve anlaşılırdır bir dildir.
v Cümleler açık ve kısadır.
v İslam medeniyetinin etkisiyle nesir dili yeni kavram ve söyleyişlerle zenginleşmiştir.

İSLAM MEDENİYETİNİN ETKİSİ
v Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar kullanılmıştır.
v Yeni kavram ve söyleyişler dile girmiştir.
v Aydınlatıcı, telkin edici ve yol göstericidir.
v Tasavvuf ön plandadır.

14)
Makalat Döneminin tasavvuf ve hayat anlayışı ,Allah aşkını ve bu aşkın verdiği coşku ,İslam inancının kaynakları
Garibname Dini-tasavvufi konular
Nasrettin Hoca Çok çeşitli konularda dersler alınabilecek toplumsal konular
Yüz Hadis Peygamberimizin hadisleri
Kabusname Devlet adamlarına öğütler

ANLAMA-YORUMLAMA
1.Makalat’ta verilen öğütler günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

2.Bu durum Nasrettin Hocanın halkın kendisini temsil eden ulusal bir tip olmasına bağlanabilir.

3.Günümüzde Nasreddin Hoca'nın yeni olaylar ve yeni kişilerle karşımıza çıkması, hem sözlü geleneğin hem de Hoca'nın, kültür içerisinde sağlıklı bir şekilde yaşadığını gösteriyor. Yüzyılımızın insanının Nasreddin Hoca fıkrası üretmesi, Nasreddin Hoca fıkralarının dejenere olması olarak izah edilemez. Aksine, bir fıkra tipi olarak Hoca'nın ne derece etkili ve canlı olduğunu gösterir.

1.Etkinlik
Nasreddin Hoca’yı ve fıkralarını doğru anlayabilmek için onun kişilik yapısının bilinmesinde fayda vardır. Nasreddin Hoca, her şeyden önce Türk-İslâm kültürü ortamında yetişmiş bir şahsiyettir. İlk dinî ve ahlakî bilgilerini babasından almış, ardından medreselerde dinî tahsil görmüştür. Dolayısıyla Türk-İslâm kültürünün değerlerini bilen ve onlara bağlı olan bir insandır.
Hoca, bir cemiyet adamıdır. Yaptığı imamlık, kadılık, müderrislik gibi görevlerde halkla hep içi içe olmuştur. Dolayısıyla halkı ve sorunlarını iyi gözlemleyen ve iyi bilen bir insandır.
Hoca, yaratılıştan çok zeki bir insandır. Ama bu durum, ona mal edilen kimi fıkralarda olduğu gibi asla kurnazlık şeklinde bir zekilik değildir. Doğruyu düşünen ve düşündürtmek isteyen bir zekiliktir.
Hoca, tatlı dilli, güler yüzlü, hoşgörülü, herkese önce insan olarak değer veren ve ona göre davranın birisidir. Toplumsal ilişkilerinde ve diyaloglarında çok başarılıdır. Kişisel ve toplumsal eleştirilerini kimseyi kırıp incitmeden yapar. Halk da onu bu yüzden çok sevmiş ve kendinden saymış, o devirde yaşanan haksızlıklar karşısında onu kendi sözcüsü kabul etmiştir.
Hoca, bir toplum eğitimcisidir. Nükteleriyle halkın yanlış gördüğü davranışlarını düzeltmeye çalışmıştır. Ama bunu yaparken pedagojik esaslara son derece riayet eder. Ayrıca bu eğitimcilik görevini imamlık ve müderrislik gibi resmi görevleriyle de yerine getirmiştir.
Hoca, dili çok iyi kullanır. Kelimelerin etki gücünden mükemmel şekilde yararlanır. Üstelik hazırcevaptır. Hiçbir sözün altında kalmaz. Ama söylediği her söz bir bilgi ve hikmet ürünüdür. Dolayısıyla boş sözlere itibar etmez. Kısa ve özlü anlatımı tercih eder.
Hoca’nın fıkralarındaki asıl amacı asla güldürmek değildir. Asıl amacı düşündürmek ve bir ders vermektir. Fakat bunu yaparken şaka yollu takılmayı, tebessüm ettirmeyi öne çıkarır. Bu durum onun kişiliği kadar devrin ağır ve zor şartlarıyla da ilgilidir. Hoca, bu yolla insanlara inanç ve umut aşılamış, zorlukların tebessüm yoluyla kazanılacak iyimserlikle aşılabileceğini göstermiştir.
Hoca, toplumsal sorunlara karşı çok duyarlıdır. Adaletsizlik, bilgisizlik, haksızlık, ferdi anlamda kişilerde görülen yalancılık, tembellik, kıskançlık, görgüsüzlük gibi her türlü olumsuz davranışla mücadele eden bir kişidir.
Hoca, barış insanıdır. Hangi sorunu ele alsa bunu kişileri kırmadan, rencide etmeden ele alır ve problemi çözer. Çocukla çocuk, büyükle büyük olmasını bilir. Muhataplarının seviyesine göre hareket eder. Herkesin iyiliğini, esenliğini ister.
Hoca, kendisiyle ve hayatla da barışık bir insandır. Onun sevgisi insanları kucakladığı gibi diğer varlıkları da kucaklayan bir sevgidir. Eşeğine olan düşkünlüğü bu yönünün en güzel kanıtıdır.
Hoca, bu özellikleriyle milletimizin asırlar boyunca olgunlaştırdığı değerleri, dünya görüşünü ve mizah dehasını temsil eder.

SAYFA 116
v Aşık Paşa XIV. asrın, Türk dili için çalışan ve Türk dili edebiyatının gelişmesine değerli hizmette bulunan en önemli şahsiyetlerden biridir.
v Tasavvuf düşüncesini Anadolu halkına Türkçe öğretmeye çalışmıştır.
v Yaşadığı dönemde şairler arasında Farsça çok yaygınken O Garipname adlı eserini Türkçe yazmıştır.
v Türkçeye layık olduğu değeri veren milli bilince sahip bir şairdir.
5.Türklerin Tanrı’yı Türk dilinde anlaması için eserini Türkçe yazmıştır.Aşık Paşa gibi Kaşgarlı Mahmut da Türk diline çok veren, Türkçenin üstün özelliklere sahip bir dil olduğunu düşünen ve Türkçenin gelişmesi için büyük hizmetleri olan ilim adamıdır.

DEĞERLENDİRME
1.) Eserlerde kullanılan dil sade ve anlaşılırdır bir dildir.
Cümleler açık ve kısadır.
İslam medeniyetinin etkisiyle nesir dili yeni kavram ve söyleyişlerle zenginleşmiştir.
Sanat yapma amacı güdülmez.
2. (Y)
3. (Y)
4. (Y)
5. MAKALAT
6. ÖĞRETİCİ
7.(E)

Sayfa 117 ve Sonrası
1.


2.Gazelde işlenen aşk teması somut ifadelerle ifade edilmiştir. Örneğin şair sevgiliye kavuşma arzusunu mumla somutlaştırmıştır.Yine gazelde aşık durumunu bir hastaya benzetiyor, tıpkı bir hastanın doktordan deva beklemesi gibi sevgiliden deva bekliyor.

3.Gazel divan (blogkafem.blogspot.com) edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir. Arapça'da "Kadınlarla Âşıkça söyleşi" manasına gelmektedir. İlk Gazel'i 530'da ölen İmruü'l-Kays'ın yazdığı söylenmektedir. İlk dönemlerde (İslam dininin ilk dönemlerinde) fazla ilgi görmemekle birlikte tepkiler de toplayan gazel daha sonra İran edebiyatında çok büyük ilgi görmüş ve Osmanlı Edebiyatı'na da buradan geçiş yapmıştır. Osmanlı Edebiyatı'nda gazelin en güzel örneklerini Fuzuli,Baki, Şeyhülislam Yahya, Nabi,Nedim,Şeyh Galib vermiştir.
Ø Gazel beyit denilen ikili dizelerden oluşur.
Ø konusu genellikle liriktir.
Ø Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir.
Ø Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını alır.
Ø Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra). Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı olur (aa, ba, ca ...). Birden fazla musarra beytin bulunduğu gazel zü'l-metali, her beyti musarra olan gazel ise müselsel gazel adıyla bilinir.
Ø İlk beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-ü makta" (son beyitten güzel olması gerekir) denir.
Ø Gazelin en güzel beyti ise beytü'l-gazel ya da şah beyit adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlası ikinci dizesi olarak yenilenmesine "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-ü makta"da söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına hüsn-ü tahallüs denir.
Ø Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yek ahenk gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş gazeller de "yek avaz gazel" olarak adlandırılır.
Ø Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara "rindane", Yalnızca kadından bahseden gazeller "Şuhane", Öğretici konuları öğüt verici biçimde işleyenlere "Hakimane" denir.
Ø Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadını, içkiyi ve ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin ve Gülşehri'nin gazelleri, "hakimane gazel" denir. Ayrıca felsefi konularda yazılmış gazeller de vardır.
Ø Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere "gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise "gazelsera" adı verilir.
Ø Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.

2.ETKİNLİK
Matla beyiti : Gazelin ilk beyitine matla((doğuş yeri)denir. Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır.(aa)
Hüsnü matla: Matla beyitinden sonra gelen beyite hüsn-i matla
Beytü’l gazel: Gazelin en güzel beyitine beyt'ül gazel denir.Buna şah beyit de denir.
Hüsnü makta: makta beyitinden bir önceki beyite hüsn-i makta denir.
Makta beyiti : Gazelin son beyitine makta (bitiş, kesiliş yeri) denir.
Taç beyit : Şairin isminin geçtiği beyte taç beyit denir.

Sayfa 119
3.ETKİNLİK:TERİM METİNDE GEÇTİĞİ BÖLÜM
Matla beyiti : Meni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

hüsnümatla: Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Beytü’l gazel: Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Hüsnümakta : Değüldüm ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

Makta beyiti : Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Taç beyit : Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

3. Gazeldeki gerçek anlamı dışında kullanılan söz ve söz grupları:
Ø murâdım şem'i yanmak: isteğinin gerçekleşmesi
Ø bîmar: gerçek anlamı hasta gazelde ise aşık ,aşk derdine düşen anlamında…
Ø Gözlerinden kanlı yaş akmak: Aşk acısından dolayı acı ve ıstırap çekmek
Ø Kara: gerçek
anlamı siyah renk ; gazelde kara baht: kötü talih, kısmet, kader
Ø Ruşen : aydın, parlak; belli, meydanda. Gazelde sevgiliye sevdiğini belli etmek, açıklamak anlamında…

4.)Benzer ifadeler: . Şairin kanlı göz yaşlarını ilk baharda bulanık akan sulara benzetmesi
Âşığın , sevgilinin gül yanağına karşı kanlı göz yaşı dökmesi
sevgilinin gül yanağı yüzünden gözünden kanlı yaş gelmesinin sebebini bir başka olaya gül mevsiminin gelmesine ve bu mevsimde suların akmasına bağlanması
“Kara bahtım uyanmaz mı?” sorusu ile cansız bir kavrama insana mahsus bir özelliği yüklemesi
Şairin kendisini aşk yüzünden deli, divāne olmuş bir rinde benzetmesi
Bu örneklerden hareketle Divan şiirinde gözlem önemlidir.

EK BİLGİ: Dîvan şâirlerinin eserlerini incelediğimiz zaman, sıradan veya çok kötü bir şâir değillerse, bir sanatkârda olması gereken özellikleri taşıdıklarını tespit edebiliyoruz. Dîvan şâirinin en dikkate değer özelliği iyi bir gözlemci olmasıdır. Tabiatı ve çevresini son derece dikkatle gözleyen ve bu gözlemlerini hayâl ve sanatkârlık gücüyle kaynaştırıp, bilgi ve sanat anlayışıyla, vezin, nazım şekli ve
tercih ettiği dili kullanarak, tadına doyum olmayan, dantel gibi işlenmiş eserler meydana getirdiklerini görüyoruz. Temelinde şâirin yaşadığı sosyal ve tabiî çevrenin izlenimleri bulunan bu şiirler elbette ki bu çevrelerle sıkı sıkıya bağlı ve eğitim ve kültür seviyesi ne olursa olsun, o çevre içinde yaşayan herkesin ilgi ve beğenisini kazanabilecek özellikleri taşıyan sanat eserleridir. Dîvan şiiriyle ilgili olarak bugüne kadar yapılmış olan tahlil ve şerh çalışmalarını incelediğimiz zaman görüyoruz ki Dîvan şâiri günlük hayatında kullandığı ve çevresinde gördüğü, iğneden ipliğehemen hemen her şeyi, şiirinde kullanmıştır. Bu da Dîvan şâirinin hayata ve çevresine nasıl sıkı sıkıya bağlı, onunla bir bütünlük içinde olduğunun en önemli delillerinden biridir. Bütün bu malzemenin Dîvan şiirinin genel karakteri ve prensipleri dahilinde kullanılması tabiî bir hadisedir. Çünkü her edebî tarzın kendine has tercihleri vardır. Bu da bir tarza sahip olmanın gereğidir.( Doç. Dr. M. Nejat Sefercioğlu)

5.)
1.beyit : yakınma
2.beyit : sitem
3.beyit : Şüphe, korku
4.beyit : Talihe şikayet
5.beyit : Aşk acısı
6.beyit : Sevgilinin güzelliği
7.beyit : Aşk



6.İlişkilidir. ANA TEMA: AŞK

SAYFA 120
7.Konu bütünlüğü olduğu için yek-ahenk gazeldir.

4.ETKİNLİK
Kamu bîmârına cânân /deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman/ beni bîmar sanmaz mı

d----Kamu bîmârına cânân
d----deva-yı derd eder ihsan -----------> “an” tam uyak
d----Niçün kılmaz bana derman
b----beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânum / töker kan çeşm-i giryânum
Uyarur halkı efgânım / kara bahtum uyanmaz mı

e---Şeb-i hicran yanar cânum
e---töker kan çeşm-i giryânum
e----Uyarur halkı efgânım
b----kara bahtum uyanmaz mı
“um” redif ; “ân” zengin uyak



Gûl-i ruhsârına karşu / gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu/ akar sular bulanmaz mı

f----Gûl-i ruhsârına karşu
f----gözümden kanlu akar su -----> “u” yarım uyak
f----Habîbim fasl-ı güldür bu
b----akar sular bulanmaz mı

Gâmum pinhan dutardum men/ didiler yâre kıl rûşen
Disem ol bî-vefâ bilmen/ inanır mı inanmaz mı

g----Gâmum pinhan dutardum men
g----didiler yâre kıl rûşen
g----Disem ol bî-vefâ bilmen
b-----inanır mı inanmaz mı
“en” tam uyak

Değüldüm men sana mâ’il /sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gâfil / seni görgeç utanmaz mı

h----Değüldüm men sana mâ’il
h----sen ettin aklımı zâil
h-----Beni tan eyleyen gafil
b-----seni görgeç utanmaz mı

“il” tam uyak

Fuzûlî rind-i şeydâdır/ hemîşe halka rüsvâdur
Sorun kim bu ne sevdâdur / bu sevdâdan usanmaz mı

I-----Fuzûlî rind-i şeydâdur
I-----hemîşe halka rüsvâdur
I-----Sorun kim bu ne sevdâdur
b-----bu sevdâdan usanmaz mı

“dur” redif ;
“â” tam uyak (uzun hece olduğu için iki ses)


UYARI: GAZELDE HER BEYİTİN SON DİZESİNİN KENDİ ARASINDA UYAKLI OLDUĞUNU UNUTMAYINIZ.


8.
Ø Şiir tekniği çok kuvvetlidir.
Ø Divan şiirinin en güçlü şairlerindendir.
Ø Şiirlerinde Azeri Türkçesinin özellikleri görülür.
Ø Tasavvufi unsurları da işlemiştir.(bu gazelinde de vardır.)
Ø Derin ve samimi çok lirik bir aşk şairidir.
Ø Konuşma dilinde çok rastlanan ikinci kişiye hitap, seslenme biçimindeki kullanımlara yer vermiştir.
Ø Son derece sanatlı , süslü ahenkli bir dili vardır.
Ø Bu gazel Fuzuli’nin sanat anlayışını gayet güzel yansıtmaktadır.

SAYFA 121
· İstifham (soru sorma sanatı)
· Teşbih
· Mübalağa
· Hüsn-i talil
· Mecaz
· Tenasüp
· Tezat
· Teşhis
· Tenasüp
· Teşbih
· Hüsn-i talil
· Telmih

9.
Ah: Aşığın aşk acısından dolayı gönlünden göğe doğru çıkan duman ve kıvılcımlar
Bimar: aşk derdine düşmüş anlamında kullanılmıştır.
Gül-i Ruhsar: Sevgilinin yanağı rengi dolayısıyla güle benzetilir.
Şeyda: Aşk hastalığından kaynaklanan çılgınlık hali için kullanılır.Aşığın kendisidir.

Diğer imgeler:
Muradın şem’i
felek:Gök yüzü. Edebiyatta felek daha çok şikâyet yerine kullanılır. Divan şairleri tarafından daha çok yükseklik, yücelik, genişlik, sonsuzluk ve parlaklık gibi özellikleriyle anılmıştır. Âşığın çektiği acı ve ızdıraplardan dolayı ettiği âh ve figanlar de felekler kadar sonsuzdur. Felek ihtiyarlığı, dönekliği, kimseye yâr olmaması, *****liği gibi özelikleriyle şikâyetlere sebep olur.

10.Bu imge ve söz sanatları Divan şiir geleneği içinde sağlam bir şiir yapısıyla ahengi sağlamak , hayal gücünün büyüklüğünü göstermek,anlatımı kuvvetlendirmek ve süslü bir söyleyiş ortaya koymak için kullanılır.

SAYFA 124
11.KASİDEAHENK UNSURLARI
Ölçü : Aruz ölçüsü (mefulü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün )kalıbıyla…
Uyak: İlk beyit kendi arasında uyaklı (aa) “em” tam uyak ,her beyitin son dizesi de kendi arasında uyaklı, ayrıca iç uyaklar vardır.(aşağıda gösterilmiştir.)
Redif : Aşağıda gösterilmiştir.
Sese dayalı edebi sanatlar: Aliterasyon, asonans…Örneğin İlk beyitte “m” tekrarıyla aliterasyon vardır…
Nazım birimi : beyit
Nazım birimi sayısı : 39
Uyak şeması : aa /ba /ca/ da /ea /fa /ga/ ha/…
Tema:Sultan Murad Hana ÖVGÜ
Nazım türü:Kaside (kaside-i bahariyye)


KASİDEDEKİ İÇ UYAKLAR:
Gül devri ayş eyyâmıdır zevk u safâ hengâmıdır "ıdır" redif ; "âm" zengin uyak
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde-dem

Dönsün yine peymâneler olsun tehi humhaneler “ler” redif ; “âne” zengin uyak
Raks eylesin mestâneler mutribler etdükçe nagam

Yâr ola câm-cem ola böyle dem-i hurrem ola “ola” redif ; “em” tam uyak
ârif odur bu dem ola ayş u tarabla muğtenem
….
12. 1.Nesim-i nev-bahar esdi, güller subh dem açıldı.Bizim gönlümüz de açılsın.Ey saki, meded eyle, câm-ı Cem sun.

37. Elin kaldır, dua eyle.Kasiden intiha buldu.Şimdi dua etmek hem sana müstehab hem de ehemdir.

Kasidedeki bazı beyitleri yukarıdaki gibi kurallı nesir cümleleri haline getirdiğimizde ahenk bozulmaktadır.Çünkü kasideki ahenk unsurları (kafiye,redif,ölçü,söyleyiş ve her türlü ses benzerliği) kasidenin şiirsel yönünün özellikleridir.Kasideyi kurallı düz yazı cümleleri haline getirdiğimizde şiirin kendine özgü anlatımı ve şiirsel dili ortadan kalkmaktadır.

7.ETKİNLİK
TERİM / TANIMI
Nesib :Şiirin giriş bölümüdür.

Tegazzül
: Kaside içinde gazel söylemektir.Her kasidede bulunmaz.Şair bir yolunu bulup tegazzül yapacağını söyler.5-12 beyit arasında değişir.

Girizgah
: Nesip bölümünden methiye bölümüne geçerken söylenen ve basamak görevinde olan beyitlerdir. Şair bu bölümde övgüye başlayacağını haber verir. 1-2 beyitten oluşur.

Medhiye
: Övgünün yapıldığı asıl bölümdür.

Fahriye :
Şairin kendisini övdüğü bölümdür.

Taç beyit
: Şairin mahlasının geçtiği beyite denir.
dua Kasidenin son bölümüdür.


SAYFA 125
BÖLÜM / BÖLÜMÜN İÇERİĞİ
Nesib: Şair bu bölümde betimleme yapar ; kadın, kış, at, bahar vs. Aşıkane duygular anlatılıyorsa nesib; afâki konular ((bahar,tabiat,bayramlar vs.)işlenmişse teşbib adını alır.Genellikle kasidelerin en uzun ve sanatlı bölümüdür.

Tegazzül: Gazel söyleme anlamına gelir, bütün kasidelerde olması zorunlu değildir.
Methiyeden sonra şair bir fırsatını düşürüp aynı ölçü ve uyakta bir gazel söyler, buna tegazzül denir.Girizgah Şair bu bölümde övgüye başlayacağını haber verir. 1-2 beyitten oluşur.

Medhiye: Kasidenin sunulduğu kişinin övüldüğü bölümdür.
Şiir yönü çok zayıf, dil yönü diğer bölümlere göre çok ağırdır.

Fahriye: Şairin kendini övdüğü, sanatının diğer bütün şairlerden üstün olduğunu söylediği bölümdür.

Taç beyit: Şairin kendisi hakkındaki yeni düşüncelerini söylediği bölümdür.
2-3 beyit bulunur.
'Nefi' çok kullanır.(Tac bir bölüm değil sadece şairin isminin geçtiği beyittir)

Dua :Kasidenin son bölümüdür. Birkaç beyit olur.
Şair burada övdüğü kişinin başarılı, uzun ömürlü, talihinin iyi olması yönünde dua eder.

9.ETKİNLİK:
Ø BAHARİYYE
Ø ŞİTÂİYYE
Ø TEMMUZİYYE
Ø RAMAZANİYYE
Ø BAYRAMİYYE veya IYDİYYE
Ø NEVRUZİYYE
Ø RAHŞİYYE

13. Bu kaside BAHARİYYE türündedir.(kaside-i bahariyye)

14.Divan edebiyatı İran edebiyatından çok etkilenmiş ve beslenmiştir.Kasidedeki tarihi ve mitolojik isimler güç ve kahramanlık bakımından genellikle Osmanlı padişahlarına teşbih yoluyla benzetilir. Buradaki amaç anlamı güçlendirmek ve pekiştirmektir.Ayrıca övülen devlet büyüğünün ne kadar büyük ve haşmetli olduğunu vurgulamaktır.İran şairleri bütün Divan şairleri tarafından üstünlüğü kabul edilen şairlerdir. Divan şairleri de kendilerinin ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu göstermek için şiirlerinde kendilerini İran şairleriyle kıyaslarlar.

Şairin bu isimler etrafında oluşturduğu ifade biçimi ile Osmanlı İmparatorluğu 'nun güçlü yapısı arasındaki zihniyet bakımından ilişkisi ise şöyle açıklanabilir:
"Osmanlı hakanlarının Şehname kahramanlarına benzetilmesi, dönemsel bir şey değildir. Yani sadece 4. Murad'a ait değildir veya Osmanlı haşmet devriyle ilgili değildir. Henüz küçük bir beylikken bile, şairler padişahları Şehname kahramanlarına benzetir. Çünkü, derli toplu ve çok etkili tek örnek Şehname ve kahramanları olmuştur uzun süre. Osmanlı şairleri için ideal ve sembol değeri olan kahramanlar Şehname'deki İran kahramanlarıdır. Yani Osmanlı şairlerinin imge kurgulamasında ilk çalınan kapı, ortak coğrafyanın hikayesini anlatan İran mitolojisidir."

SAYFA 126 - RUBAİ
16.

AHENK UNSURLARI
ölçü Aruz ölçüsü
Uyak: “an” tam uyak
redif “söyleşelim” redif
Sese dayalı edebi sanatlar: “m, n” ünsüz seslerin tekrarıyla aliterasyon sanatı vardır.

YAPI UNSURLARI
Nazım birimi : dörtlük
Nazım birimi : sayısı 1
Uyak şeması : aaba
Tema: Sevgili
Nazım türü: Rubai

Bu özellikler rubai nazım şeklinin özelliklerini yansıtmaktadır.

10.ETKİNLİK:RUBAİ NAZIM ŞEKLİNİN ÖZELLİKLERİ
Ø Tek dörtlükten oluşan nazım biçimidir.
Ø Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa biçimindedir.
Ø Rubailerde aşk, şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayatın anlamı ve hayat felsefesi, tasavvuf ve ölüm gibi konular işlenir.
Ø Rubai diğer nazım şekillerinden farklı olarak özel bir ölçüyle yazılır. 24 kalıbı vardır.
Ø Rubaide ilk iki dize fikrin hazırlayıcısıdır. Asıl söylenmek istenen düşünce 3. veya 4. dizede ortaya çıkar.
Ø Genelde mahlasız şiirlerdir.
Ø Rubai Edebiyatımıza İran Edebiyatından geçmiştir.
Ø Rubai’nin en büyük şairi İranlı Ömer Hayyâm (XII yy)’dır. Türk edebiyatının en usta şairleri Kara Fazlî, Azmizâde Haletî, Nâbî ve son dönemde de Yahya Kemâl’dir.

EK BİLGİ:
RUBAİ ÖRNEKLERİ
Esrârını dil zaman zaman söyler imiş
Hengâme-i gamda dâstan söyler imiş
Aşk ehli olup da mihnet-i hicrâne
Ben sabr iderin diyen yalan söyler imiş
Azmizade Haleti

Günümüz Türkçesiyle
Gönül, sırlarını zaman zaman söylermiş.
Gama düştüğü zaman destan söylermiş.
Âşık olup da ayrılık acısına,
Ben sabrederim diyen yalan söylermiş.
********************************
RUBAİ
Ol dem ki tecelliyat-ı aşk itdi zuhûr
Kıldı dil-i bî-kararı fevvâre-i nûr
Şol âteş-i aşka düşmüşümdür ben kim
Bir lem'asına tahammül itmez bin Tûr
Azmizade Haleti

Günümüz Türkçesiyle
Aşkın eserleri ortaya çıktığında,
Kararsız gönlü o nurun fıskiyesî kıldı.
Öyle bir aşk ateşine düşmüşüm ki
Bir pırıltısına bin Tûr dayanamaz.
***************************************
RUBAİ
Ya Rab dilimi sehv ü hatâdan sakla
Endişemi tezvîr ü riyâdan sakla
Basdım reh-i vâdî-i rubâîye kadem
Ta'n-ı har-ı nâdân-ı dü-pâdan sakla
Nef'i
Günümüz Türkçesiyle;
Ya Rab! Dilimi kusur ve hatadan koru.
Düşüncemi yalan ve ikiyüzlülükten koru.
Rubai vadisinin yoluna ayak bastım.
İki ayaklı anlayışsız eşeklerin ayıplamasından koru.
**************************************************
RUBAİ
Ol göz ki yüzün görmeye göz dime ana
Şol yüz ki tozun silmeye yüz dime ana
Şol söz ki içinde sanemâ vasfun yoh
Sen bâd-ı hevâ dut anı söz dime ana
Kadı Burhanettin

Günümüz Türkçesiyle;
O göz, yüzünü görmezse ona göz deme.
Şu yüz, ayağının tozunu silmezse ona yüz deme.
Ey put kadar güzel sevgili, vasfının olmadığı sözü,
Değersiz tut, ona söz deme.
*********************************************
Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.
Ömer HAYYAM
************************************************** ***
Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır, bu sel yatağına?
Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?
Ömer HAYYAM

11.ETKİNLİK
a) Rubailerde aşk, şarap, dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma, hayatın anlamı ve hayat felsefesi, tasavvuf, ölüm , hicivlerden nükteye kadar birçok konu özlü biçimde işlenir.
b) Rubailerde gelecek, insanla ilgili evrensel değerler ve bunlarla ilgili tecrübeye dayalı bilgiler ön plandadır.Rubailer diğer şiir türlerinden farklı olarak özel bir ölçüyle yazılır.Ayrıca yoğun fikir örgüsüne sahip olduğu için rubailerde ahengi sağlamak oldukça güçtür.
17.İlk rubaide şair sevgilisine seslenerek dünyevi konular hakkında her zaman konuşabileceklerini; ama aşklarının aralarında gizli kalmasını istiyor.

SAYFA 127
TUYUĞ
18.SORU
AHENK UNSURLARI
ölçü Aruz ölçüsünün (fâilâtün / fâilâtün / fâilün ) kalıbıyla…
Uyak: “az” tam uyak
redif “olur” redif
Sese dayalı edebi sanatlar: “m” ünsüzün tekrarıyla aliterasyon; “i” ünlüsünün tekrarıyla asonans

YAPI UNSURLARI
Nazım birimi dörtlük
Nazım birimi sayısı 1
Uyak şeması aaba
Tema: Aşk
Nazım türü: Tuyuğ


12.ETKİNLİK
TUYUĞ:
Tuyuğ, Türklerin Divan şiirine kazandırdığı nazım şeklidir. Maninin Divan edebiyatındaki karşılığı sayılabilir. Klasik Türk Edebiyatında aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan dört dizelik milli bir nazım biçimidir. Tek dörtlükten oluşur. Kafiyelenişi rubaiyle aynıdır: aaxa. Genellikle lirik tarzda olan ve aaaa şeklinde kafiyelenen tuyuğlara “Musarra Tuyuğ” denir. Manide olduğu gibi, cinaslı uyak kullanılır. Halk şiirinde 11'li kalıpla söylenen mani biçimindeki şiirlere de tuyuğ denir. Aruzun yalnız “fâilâtün - fâilâtün - fâilün” kalıbıyla yazılır.Rubaide işlenen konular tuyuğda da işlenir. 14. yüzyıl Azerî şairi Kadı Burhanettin bu türün kurucusu sayılır. Çağdaşı Azerî şairi Nesimi ve 15. yüzyıl Çağatay şairi Ali Şir Nevai bu türde çokça ürün vermişlerdir

Özellikleri:
1. Divan Edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
2. Kafiye düzeni aaxa ya da aaaa şeklindedir. (manide de öyle)
3. Dört dizeden oluşur.
4. Tuyuğlarda genellikle cinaslı kafiye kullanılır.
5. Tuyuğda, mani ve rubaide olduğu gibi önemli bir fikir söylenmeye çalışılır. Bu nedenle zor söylenen şiirlerden sayılır.
6. Mahlassız bir şiirdir.
7. Kadı Burhaneddin ve Nesimî bu türün ustalarıdır.
8.Halk edebiyatındaki maninin karşılığıdır.

13.ETKİNLİK:
a) Konu sınırlaması yoktur.Rubaide olduğu gibi şairler dünya görüşlerini, dini-tasavvufi düşüncelerini dile getirirler.
b) Tuyuğlarda dünya, gelecek ve insanlıkla ilgili evrensel değerler ve bunlarla ilgili tecrüeye dayalı bilgiler ön plandadır.

RUBAİ İLE TUYUĞ NAZIM ŞEKİLLERİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER
§ İkisi de Divan şiiri nazım biçimidir.
§ Tek dörtlükten oluşurlar.
§ Aynı konuları işlerler.
§ Kafiyelenişleri aynıdır.(aaxa)
§ Aruz ölçüsüyle yazılırlar.
§ İkisinde de şair mahlasını kullanmaz.


RUBAİ-TUYUĞ NAZIM ŞEKİLLERİNİN FARKLILIKLARI
§ Tuyuğ Türklerin Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım şekliyken rubai İran edebiyatından edebiyatımıza geçmiştir.
§ Tuyuğ aruzun yalnızca fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla yazılır.
§ Manilerde olduğu gibi tuyğlarda genellikle cinaslı kafiye kullanılır.

SAYFA 129
139-147 ARASI CEVAPLARI


HALK ŞİİRİ
 
A) Anonim Halk Şiiri

HAZIRLIK

MANİ VE ÇEŞİTLERİ

1. Sözlü edebiyat ürünlerindendir.
2. Genellikle bir dörtlükten oluşur. Ama mısra sayıları 5,6,7,8 hatta 14 olan maniler de vardır.
3. Kafiye düzeni aaxa şeklindedir.
4. Anonim halk edebiyatının en yaygın şeklidir. Özellikle yüzük oyunları ve mangal sohbetlerinde söylenirler.
5. Maninin birinci ve ikinci mısraları konuya giriş için hazırlık mısralarıdır. Asıl söylenilmek istenen 3. ve 4. mısralarda söylenir. 1. ve 2. mısralar tamamen de konu dışı değildir.
6. Üçüncü mısraın serbest oluşu söyleme kolaylığı sağlar.
7. Anlam bakımından bir bütünlük gösteren maninin başlıca karakteri kendi kendine yetmesidir.
8. Manilerde konu sınırı yoktur. Genelde aşk, toplum olayları, ölüm, iyilikler, hasret, evlat sevgisi vb. konuları işlenir.
9. Maniler, Divan Edebiyatı‘ndaki “tuyuğ“un karşılığıdır.
Maniler şekillerine göre 4’e ayrılırlar.

1. Düz (tam) mani:
- 7’li hece ölçüsüylesöylenir.
- Dört mısradan oluşur.
-aaxa şeklinde kafiyelenir.
- Maninin en yaygın şeklidir.
- Bu tarz manilere tam mani de denir.

ÖRN:

Şu dağlar olmasaydı
Çiçeği solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı

2. Kesik (cinaslı) mani:
-İlk dizesi cinaslı bir sözden oluşur.
-Bu ilk mısra hece sayısı bakımından diğerlerinden eksiktir.
-Kesik manilere, cinaslı mani, hoyrat da denir.
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Ağlayan çok gülen az

3. Yedekli (artık) mani:
-Düz maninin sonuna anlamı tamamlamak ya da pekiştirmek için iki dize daha eklemek suretiyle elde edilen manidir.
-Bu tarz manilere artık mani de denir.
Ağlarım çağlar gibi Derdim var beller gibi
Derdim var dağlar gibi Söylemem eller gibi
Ciğerden yaralıyım Kalbimin hüznü var
Gülerim sağlar gibi Yıkılmış eller gibi
Her gelen bir gül ister Gözlerimden yaş akar
Sahipsiz bağlar gibi Bulanmış seller gibi

4. Ayaklı Mani:
-Kesik manilerin birinci dizesinin doldurularak söylenen şeklidir. Bunlara doldurmalı kesik mani de denir.
Ah o beni o beni
Kakül örtmüş o beni
Ben yarimi unutmam
Unutsa da o beni
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır.

TÜRKÜ NAZIM ŞEKLİ GENEL ÖZELLİKLERİ VE TÜRLERİ
YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.
Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.
Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.
Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.
Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse
Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Kaynak:
Türk Halk Müziği ve Oyunları
Cilt1 Sayı4 Yıl1 - 1982 (sayfa164)


Bir edebi ürünün sahibinin halk olması o ürünün kim tarafından söylendiğinin bilinmemesi ve o eserin anonim olduğu anlamına gelir.

SAYFA 140

SAYFA 141

a)
Birinci dizesinin hece sayısı 7'den az olan manilerdir: 5. ve 6.
4 dizeli maniye aynı uyakta başka dizeler eklenerek söylenen manilerdir:6.7. ve 8.
7 heceli ve 4 dizeden oluşan 1,2 ve 4.dizeleri uyaklı olan manilerdir: 1.ve 2.
Kafiyesi cinas şeklinde olan manilerdir: 3.4. ve 5

b)
1. Düz Mâni (Tam Mâni): Dört dizeden oluşan, 7'li hece ile söylenen (4+3 duraklı), "aaba" şeklinde uyaklanan ve ilk iki dizesi genellikle doldurma olan mânilerdir.

2. Cinaslı Mâni (Kesik Mâni): Cinaslı uyak bulunur. İlk mısranın hece sayısı yediden azdır. Mısra sayısı dörtten fazla olabilir.

Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. Eğer meydan ve kahvehanelerde söylenen ve ilk dizeleri "aman aman" ünlemi ile doldurulan manilerse bunlara İstanbul manileri denir.
Yedekli (artık) mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır. Yedekli maniye artık mani de denir.

3. Manilerdeki halk söyleyişleri: "el sözü", "kul olmak" , "yaman esmek", "kan ağlamak" "beller gibi"... Maniler halka hitap ettiği için manilerin dili son derece sade, yalın bir halk dilidir.

4.Mani - Rubai Karşılaştırması





Sayfa 142












8.ANONİM HALK ŞİİRİ
MANİ
-Düz mani
-Kesik Mani
-Cinaslı mani -
-Yedekli(artık) mani
-Deyiş
-Karşı-Beri

TÜRKÜ
1) Konularına göre:
-Ninniler
-doğa türküleri
-Kahramanlık ve askerlik türküleri
-Tören türküleri
-İş türküleri
-Karşılıklı türküler
-Ölüm türküleri (ağıtlar)
-Oyun türküleri

2.ezgilerine göre:
Türküler ezgilerine göre usulsüzler, usullüler olarak ikiye ayrılır.
Usulsüzler : divan, bozlak, koşma, hoyrat, kayabaşı, Çukurova…Bunların hepsi uzun havalardır.
Usullü türküler genellikle oyun havalarıdır.Bunlara Konya’da oturak, Urfa’da kırık adı verilir.

9. Anonim Türk halk şiirinde ezgi ön plandadır. Ezgiyle iç içe olan bu ürünler müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.

10. Bu şiirlerin kim tarafından ve ne zaman söylendiklerinin belli olmaması sözlü edebiyat geleneğiyle oluşturulmasıyla ilgilidir.Anonim edebiyata ait nazım biçimlerini de ilk söyleyen vardır, ama zamanla ilk söyleyen unutulmuş ve halkın beğenesinde yaşamaya başlamış olan bu eserler anonimleşmiştir.Bu şiirler kulaktan kulağa kuşaktan kuşağa aktarılarak ve sonrasında derlenip yazıya geçirilerek günümüze kadar gelmiştir.

ANLAMA YORUMLAMA - EKLENECEK..

Şiirler arasındaki farklılığın temel sebebi gazelin divan şiir geleneğine türkünün anonim halk şiiri geleneğine bağlı kalınarak oluşturulmasıdır.

2.Metinleri yorumlayınız.

5.etkinlik:

TÜRKÜLERİN TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Türküler İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü döneminden itibaren süregelen bir yapıya sahip olması dolayısıyla yüzyılların birikimini kuşaktan kuşağa aktaran çok önemli araçlardır.Türküler işledikleri konular itibariyle de toplumun duygu ve düşünce hazinesidir.Toplum yaşamının her anından bireysel konulara kadar her şeyi barındırırlar.Türkülerde kimi zaman bir annenin feryadı kim zaman bir aşığın hüznü ya da sevinci kimi zaman da bir bülbülün ötüşü kimi zaman Çanakkale’ye Yemen’e giden askerilerin ayak sesleri çınlar…

Kültür hazinemizin en önemli ve edebi unsurlarından biri olan türkülerimiz geçmişi aydınlatarak millete ait geleneği geleceğe aktarırlar. Türküler bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran en kıymetli değerlerimizdendir. Türkülerin her bir kelimesinde asıl özümüz saklıdır. İnsan hassasiyetinin derinliklerinden çıkarak bir kimliğe bürünen türküler zamanla milletin kimliği olurlar. Bu sebeple bir milleti tanımak, o millet hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsak öncelikle,o milletin kültür değerlerine bakmamız gerekir. Bütün kültür değerlerini özellikle bu kültür unsurlarından biri olan türkülerini unutan bir millet özünü, geçmişini unutmuş, kimliğini yitirmiş, yabancılaşmaya, başkalaşmaya, mahkûm olmuş demektir
Türküler, tarih denen uzun ince bir çizgide Türk insan’ın doğuşundan ölümüne kadar yaşamış olduğu sosyal, siyasal, kültürel vb. olayları içinde barındıran önemli bir somut olmayan kültürel miras ürünleridir.


4.ANONİM HALK ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Söyleyeni belli olmayan, ağızdan ağza, kulaktan kulağa yayılan, halkın ortak malı olan ürünlerin oluşturduğu edebiyattır.

§ Özellikleri şunlardır:
§ Belli bir sahibi yoktur. Halkın ortak malı olan ürünlerden oluşur.
§ Dili sade, akıcı bir halk Türkçesidir.
§ Şiirlerde hece ölçüsünün 7'li, 8'li, 11'li kalıpları ağırlıklı olarak kullanılır.
§ Somut ve gerçeklerle iç içe bir edebiyattır.
§ Şiirlerinin nazım birimi dörtlüktür.
§ En çok yarım kafiye kullanılmıştır. Bazı manilerde cinaslı kafiye görülür.
§ Mecazlara ve edebi sanatlara fazla yer verilmez.
§ Ölüm, aşk, tabiat sevgisi, ayrılık acısı, özlem, yiğitlik, toplumsal aksaklıklar gibi konular işlenir.
§ Sözlü geleneğe dayanır.
§ Anonim halk edebiyatı ürünleridir; mani, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal v.b.

SAYFA 147

DEĞERLENDİRME
1.Anonim Halk Şiirinin Türk kültürü açısından önemi nedir?

Anonim halk edebiyatı İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü döneminden itibaren süregelen bir yapıya sahip olması dolayısıyla yüzyılların birikimini kuşaktan kuşağa aktaran çok önemli araçlardır.Bu şiirler işledikleri konular itibariyle de toplumun duygu ve düşünce hazinesidir.Toplum yaşamının her anından bireysel konulara kadar her şeyi barındırırlar. Millete ait geleneği geleceğe aktarırlar. Şiirlerdeki tema, konu ve duygu söylendiği dönemin zihniyetini yansıtır. Çünkü bu ürünler toplumsal yaşamla iç içedir.

2. (Y)
3. (Y)
4. (D)
5. Deyiş
6. ağıt
7. E
8. C

ŞARKI




Okuyamanlar Dikkat : Yukarıdaki resimde uyak ve redifin karşısında : " Aşağıda gösterilmiştir." yazmaktadır.











21.1717-1730 yılları arasındaki döneme Lâle Devri denir. Bu dönemde eğlence yerleri çoğalmış, İstanbul lâle bahçeleriyle ün kazanmıştır.Sa'dâbâd, III. Ahmed devrinde, İstanbul'da Kâğıthane semtinde padişah tarafından özel olarak kurulan bir eğlence yeridir. Feyz-âbâd ve Âsaf-âbâd da Sa'dâbâd'da bulunan, güzelliğiyle dillere destan köşklerdir. Eğlence yerlerinin güzelliğinden bahsederek, Nedim şiire ilk kez yaşanılan çevreyi sokmuştur. Sevgili de başında gül pembe şal olan, saçlarını billur sinesine döken, güzel kokular sürünen, gerçek, yaşayan bir güzeldir. Bu yönüyle Nedim, klâsik şiirimizdeki sevgili anlayışından farklı bir sevgiliyi şiirine konu etmiştir. Nedim'in bütün şiirlerinde musiki önemli bir yer tutar.Şiiri sesli olarak okuduğumuzda bunu farkederiz. İstanbul Türkçesiyle yazılan bu şiirde şuh bir hava seziliyor. Şair kendini bülbüle, sevgilinin yüzünü aya ve saçlarını samur kürke benzetir. Bütün âlemin sevgiliye âşık olduğunu söyleyerek mübalâğa yapmıştır.

22.Şarkıya yaşama sevinci, dünyadan zevk alma gibi duygular hakimdir.Şarkıda işlenilen sevgili teması ; coşku, heyecan ve güzellik duygularının uyanmasına sebep olmaktadır.Buna bağlı olarak da coşkulu, lirik bir ifade biçimi ortaya çıkmaktadır.
23.Şarkıdaki benzetmeler:
1.birimde aşık kendini bülbüle benzetiyor.
3.birimde sevgilinin yüzü ay'a
4.birimde sevgilinin göğsü billura
saçlarını samur kürke
gerdanını kâfur'a ( kâfur: Kâfur ağacından elde edilen, hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarı saydam, kolaylıkla parçalanan, çok ıtırlı bir madde)
5.birimde şair (aşık) kendini bülbüle sevgiliyi güle benzetiyor.
Sevgili başında gül pembe şal olan, samur kürke benzeyen saçlarını billur sinesine döken, güzel kokular sürünen, herkesin aşık olduğu arzuladığı ay yüzlü bir güzeldir. Tasvirler gerçekçidir.

25.Şarkılarda geniş halk kitlelerine seslenildiği için dilinin yalın olmasına özen gösterilir.
26.Nedim (1681-1730)Nedim, 1681'de İstanbul'da dünyaya geldi. Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşayan soylu bir aileden geldiği bilinir. Babası Mehmed Efendidir. Dedesi Musluhiddin Efendi, Sultan İbrahim dönemi kazaskerlerindendir. Nasıl bir eğitim aldığı kesinlikle bilinmiyor. Ancak bazı kaynaklardan öğrendiğimize göre Şeyhülislam Ebezade Abdullah Efendi'nin başkanlık ettiği kurul önünde sınavdan geçerek, hariç müderrisliği payesini aldı. Bir süre sonra Mahmudpaşa mahkemesinde naiplikle görevlendirildi.
Sadrazam Ali Paşa ve Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından korundu. Nevşehirli İbrahim Paşa, şiirlerini çok sevdiği Nedim'i muhasipliğe seçti. Daha sonra ise kütüphanesinde hafızı kütüb görevine getirdi. Bütün zevk ve eğlence meclislerinde sadrazamın ve bazı devlet büyüklerinin nedimi oldu. Ramazan aylarında, sadrazam İbrahim Paşa huzurunda verilen tefsir derslerine katıldı. Sadrazam İbrahim Paşa aracılığı ile Sultan Üçüncü Ahmed'in bulunduğu toplantılara katılmaya başladı.
Şiirleri Sultan Üçüncü Ahmed tarafından beğenildi. Bu arada Mollakırımı medresesi (1727), Sadiefendi medresesi (1728) ve aynı yıl Nişancipaşayıatik medresesi müderrisliklerine tayin edildi. Son görevi Sekbanalibey medresesi müderrisliğiydi (1730). İbrahim Paşa'nın giriştiği, doğu dillerinden tercümeler, çalışmasına katıldı. Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede'nin Sahaifü'l Ahbar (Haberlerin Sayfaları), Bedrüddin Avni'nin İkdü'l Cuman (İnci Dizisi) adlı eserlerini Türkçe'ye çeviren kurulda çalıştı.
İçki düşkünlüğü yüzünden irtiaş (titreme) hastalığı ve illeri vahime (korku) hastalığı çeken Nedim'in, Patrona Halil isyanı sırasında bir buhran geçirerek öldüğü ileri sürülür. Müstakimzade'nin, isyanda kaçarken Beşiktaş'daki evinin damından düşerek öldüğünü belirten ifadesi ispatlanmış değildir.
Nedim dinin bazı yasaklarına karşı çıkmış, bu da onu tasavvufi düşüncelerden uzaklaştırmıştır. Nitekim şair de eserlerinde kadın, içki gibi şuhane unsurları işlemiştir. Ona göre yaşamanın temel amacı dünya zevklerini tatmak, eğlenmekti.
Başlıca eseri Nedim Divanı'dır. Mahallileşme akımının öncüsüdür. Divan edebiyatındaki soyut sevgili ve mekanlar Nedim'in şiirlerinde somuta dönüşür. Yani sevgilisi hem beşeri aşkı anlatır hem de gerçektir. Zevk, eğlence, içki şiirlerinin temelini oluşturmuştur. Soğuk ve yapmacı anlatımdan kaçınmış, anlatmak istediklerini içten bir şekilde şiirlerine dökmüştür. Bunları da daha çok gazelleriyle anlatmıştır.
Büyük şair, divan şiirinin katı kurallarına herkes gibi uysa da, bazı yenilikler yapmaktan geri durmamıştır. Örneğin bazı eserlerinde aruz yerine hece ölçüsü kullanmıştır.
Nedim divan şiirinde çığır açmış büyük bir şairdir. Ne var ki onun değeri öldükten çok sonra anlaşılmıştır. Şair ayrıca İstanbul aşkıyla da tanınır. Zaten İstanbul şivesi akımının da öncüsü Nedim'den başkası değildir.

27.Okuduğumuz şarkı Nedim'in edebi kişiliğini ve epiküryen hayat anlayışını yansıtmaktadır.Şair şiirde somut bir sevgiliyi içten bir şekilde anlatmış, Lale Devri'nin eğlencelerine ve mekanlarına yer vermiştir.







MURABBA (KAFİYE-REDİFLERİ)

Nedendir bilsem ey bülbül figânın
Açarsın ellere râz-ı nihânın “ın” redif ; “ân” zengin uyak
Niçin hâr-ı belâdır âşiyânın
Vefâ-dâr olmadı mı gül-sitânın

Dem-â-dem ney gibi efgân edersin
Diken zahmıyla bağrın kan edersin “edersin” redif ; “an” tam uyak
Dilinle sırrını destân edersin
Sana yâr olmadı mı dil-sitânın

Tenin hâkister etti nâr-ı âhın
Dükenmez dâhı âh-ı subh-gâhın “ın” redif ; “âh” zengin uyak
Oluptur keşf-i râz etmek günâhın
Anınçin hâr-ı mihnettir mekânın

Var öğren aşk işin pervaneden sen
Ki olmuş ana âteş sahn-ı gülşen “en” tam uyak
Nedir bu girye vü feryâd u şiven
Kokarken güllerini bûsitânın

Visâl-i nev-bahâra olma hurrem
Dolu hâr-ı cefadır bâğ-ı âlem “em” tam uyak
Yürü Aşkî gibi eyle dem-â-dem
Duâ-yı devletin şâh-ı cihânın

NOT : HER BENDİN SON DİZESİNİN KENDİ ARASINDA UYAKLI OLDUĞUNU UNUTMAYINIZ.

17.ETKİNLİK
Murabba Özellikleri
§ Nazım birimi bent olan nazım şekillerinden biridir.
§ Kafiye düzeni aaaa, bbba, ccca
§ Genellikle 4 ile 8 dörtlükten oluşur.
§ Her konuda murabba yazılabilir. Ancak dini ve didaktik konular ile övgü, yergi, manzum mektup, mersiye vs. türlerde murabba nazım şekli daha çok kullanılmıştır.
§ Aruz kalıbıyla yazılır.
§ Önemli murabba şairleri Aşki, Muhubbi, Hayreti, Taşlıcalı Yahya Bey, Fuzuli sayılabilir.
§ Divan edebiyatında 15. yüzyılda sultanü’ş-şuara (şairler sultanı) unvanlı Ahmed Paşa tarafından kullanılmıştır.
§ Tanzimat edebiyatında da Namık Kemal bu türün başarılı örneklerini vermiştir.
§ 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkı şeklinde bestelenen eserlerin büyük bir kısmı murabba tarzında yazılmıştır.

30.
§ Aruz ölçüsüyle yazılması
§ Murabba nazım şeklinin kullanılması
§ Bent nazım birimiyle yazılması
§ Divan şiiri mazmunlarının(gül-bülbül) kullanılması
§ Sanatlı bir söyleyiş olması
§ Arapça, Farsça sözcük ve tamlamaların kullanılması


BENZERLİKLERİ
§ Bentlerle yazılmaları
§ Aruz ölçüsü
§ Dil özellikleri
§ Temaları
§ İfade biçimi
§ Divan şiir geleneğine bağlı yazılmaları




KAFİYE VE REDİFLERİ
Sâkî getür ol bâdeyi kim dâfi’-i gamdur “dur” redif; “m” yarım uyak
Saykal ur o mir’âta ki pür jeng ü elemdür

Dil-besteleriz bizden ırağ eyleme bir dem
Ol bâdeyi kim nûr-ı dil ü dîde-i Cem’dür


VASITA BEYİTİ
Mâ rind-i sabûhî-zede-i bezm-i Elest’îm “im” redif ; “est” zengin uyak
Pîş ez heme dürdî-keş ü pîş ez heme mestîm


35. Divan şiirinde ritim uzun ve kısa seslerin ritmine bağlıdır.Aruz ölçüsünün uzun ve kısa seslerle sağladığı bu ahenk şiirin aruz kalıbına göre okunduğunda kendisini gösterecektir.Divan şiirinde kullanılan her türlü ses benzerliği temanın belirlediği vurgu ve tonlama şiirin değerini etkilemektedir.

18.ETKİNLİK
Terkib-i Bent Özellikleri
§ Terkib-i bend bentlerden oluşmuş bir nazım şeklidir.
§ Her bent 5 ile 10 arasında beyitten oluşur.
§ Bentlerin sayısı 5 ile 12 arasındadır.
§ Bentlerin kafiye düzeni gazeldeki gibidir.
§ Her bentin sonunda “vasıta beyti” adı verilen bir beyit bulunur. Vasıta beyti her hanenin sonunda değişir. Eğer değişmiyorsa terci-i bend olur.

I. Bend: aa ba ca da ea … vv
II. Bend: bb cb db eb fb … yy
§ Hemen her türlü konunun ele alınabildiği terkibi bend edebiyatımızda çok kullanılmıştır. 7.özellikle Naat, mehdiye, hicviye vb. Nazım türleri, sosyal konular, din, tasavvuf ve felsefe konuları, terkib-i bend nazım şekli ile rahatlıkla anlatılmıştır. Ancak terkib-i bendin başlıca konusu mersiyedir.(Bâkî’nin Kanunî Mersiyesi, Şeyh Gâlib’in Esrâr Dede Mersiyesi)
§ Aruzla yazılır.
§ En önemli terkib-i bend üstadı Bağdatlı Ruhi’dir. Tanzimat şairi Ziya Paşa da önemli bir isimdir.




20.ETKİNLİK
DİVAN EDEBİYATININ KAYNAKLARI
İslam kültürü kaynağından beslenen ve özellikle başlangıçta Fars (Iran) edebiyatını örnek alan Divan edebiyatı, içerik yönünden değişik unsurlara dayanmaktadır. Divan edebiyatının iç zenginliğini ve özünü oluşturan, onu iyi anlamak için bilinmesi gereken birçok eski kültür unsuru vardır.
Divan edebiyatının dayandığı kültür kaynaklarının başlıcaları şunlardır:
İslam inançları (ayetler ve hadisler)
Islami bilimler (tefsir, kelam, fıkıh)
İslam tarihi
Tasavvuf felsefesi, terimleri
İran mitolojisi (kişiler ve olaylar)
Peygamberlerle ilgili öyküler, mucizeler, efsaneler, söylentiler..
Tarihi, efsanevi, mitolojik kişiler ve olaylar
Çağın bilimleri
Türk tarihi ve kültürü
Dönemin edebiyat anlayışı
Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalar
İslam dininin benimsenmesinden sonra, Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilendi. Öte yandan Anadolu’da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsçayı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de sebep oldu. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Arapça ve Farsça sözcükler zamanla Türkçeye de yerleşti. Osmanlı Devleti döneminde bu üç dilin karışımıyla Osmanlıca denen bir dil ortaya çıktı. Divan edebiyatının dili de Osmanlı Türkçesiydi.

37.Divan şiirinde Arapça ve Farsça kelimelerin sıklıkla kullanılmasının sebepleri:
v İslam medeniyetinin etkisi
v Aruz ölçüsü:Türkçede uzun ses olmaması, seslerin uzunluk ve kısalık esasına dayanan aruz öcüsünün uygulanmasını zorlaştırmıştır.Çıkış yolu olarak aruza uymayan Türkçe sözcükler yerine uzun ve kısa seslerin bulunduğu Arapça ve Farsça sözcükler kullanılmaya başlanmıştır.

38. Gelenek, divan edebiyatı asırlarında her yeni yetişen şairi, kendinden önce ne mevcut olmuşsa değiştirmeden onu devam ettirmeye, nesilden nesile devralınanı kabullenmeye mecbur kılmıştır. Bütün bu çağların anlayış ve itiyatları zemininde geleneğin süre getirdiğinin dışına çıkmak, sanatın dışına çıkmakla eş değerde bir mâna taşır. Şairin bu edebiyatın bünyesinde yer alabilmesi, bir şair olarak kabul görmesi için ilk şart geleneğe mutlak surette uyması, her şair gibi onun da kendisinden istenileni eksiksiz ve kusursuz olarak yerine getirmeye çalışmasıdır. Böyle hareket etmediği takdirde acemi ve ehliyetsiz bir şiir heveslisi sayılması kaçınılmazdır.Bu edebiyatın disiplinini kabul ettikten sonra şairden beklenen, kendisine geleneğin tanıdığı imkân ve sınırlar içinde, müesses değer ölçülerine en uygun ve en üst seviyede sanat göstermesidir.
Bir Divan şairinin ele alabileceği konular, şiirinin dolaşabileceği ilham sahaları gelenek tarafından daha asırlar öncesinden seçilmiş olduktan başka, bunların hangi unsurlarla ve nasıl işleneceği de değişmez estetik prensiplere bağlanmıştır. Geleneğin sınırlı şekilde sunduğu konulardan birini şair o zamana kadar benimsenmiş unsurları bir tarafa bırakarak onlar yokmuşçasına doğrudan doğruya kendi gözlemlerini, bireysel duygu ve düşüncelerini hazırladığı unsurlara dayanarak işlemek serbestlik ve cesaretini kendinde bulamaz.
Divan şairi, kendisine geleneğin getirdiği hazır unsur ve malzemeden hareket etmek durumundadır.Belirli konular ve duygular etrafındaki bu hazır unsurlar divan şiirinin değişmez motiflerini(mazmunlarını) meydana getirir. Bu motifler sistemindeşairin ele alacağı her unsur, geleneğin önceden belirlemiş olduğu ilgiler ve imajlarla kapalı bir daire teşkil eder. Bunlardan her birinin beraberinde başka neleri getireceği, nelerle birlikte ele alınacağı, çağrıştıracağı unsurlar, hangi imajlarla kullanılacağı önceden bellidir.

SAYFA 135
39. Divan şiirinde evrensel değerler ve insana özgü duygular belli bir gelenek , ortak malzemeler belli mazmunlarla çerçevesinde ele alınır.

ANLAMA-YORUMLAMA





VEDA-ORHON SEYFİ ORHON
a-Hani o bırakıp giderken seni
b-Bu öksüz tavrını takmayacaktın? “mayacaktın” redif, “ak” tam uyak
a-Alnına koyarken veda busemi “i” yarım uyak
b-Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

c-Hani ey gözlerim bu son vedada,
c-Yolunu kaybeden yolcunun dağda “da” tam uyak
c-Birini çağırmak için imdada
b-Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

d-Gelse de en acı sözler dilime
d-Uçacak sanırdım birkaç kelime... “lime” zengin uyak
d-Bir alev halinde düştün elime
b-Hani ey gözyaşım akmayacaktın?

EK BİLGİ: Orhon Seyfi Orhon’un ilk bakışta bir sevgiliye yazıldığı düşünülen bu şiirini şairin küçük yaşta ölen kızı için yazdığını biliyor muydunuz?

GELMEDİN ŞİİRİNİN KAFİYE VE REDİFLERİ

Kırmızı renkler redifi, koyu siyah renkler uyakları gösterir.

gelmedin son hayal de yanıp yanıp kül oldu
bu deruni kavgada kırılan gönül oldu
şimdi menziller elem,yürek duman,sine çak
devleri mahkum eden hayatım şimdi helak
gelmedin yıldırımlar düştü hülyalarıma
nasıl kıydın be zalim masum rüyalarıma
sana doğru her adım neden hep ölüm sunar
seni her andığımda renk solar,desen yanar

hangi rüzgar sabırla böyle koşar ardından
hangi el nakış nakış gergef dokur ardından
susarsam anlatır mı seni göklere tarih
bensiz olur mu sabah güler mi kara talih
gelmedin koptu zincir parçalandı anılar
sardı bütün ruhumu tükenmeyen ağrılar
kalbimin pembe köşkü harab oldu gelmedin
bahçesinde açan gül turab oldu gelmedin
bil ki kıyamet kopsa bu ateş sönmeyecek
heyhat!şair mehtaba bir daha dönmeyecek



2. Gazel, şarkı ve murabbada dile getirilen duygular "Veda" ve "Gelmedin" adlı metinlerinde de ele alınmıştır.


3.













2. (Y)
3. (D)
4. (Y)
5. gazel
6. tuyuğ
7. beytü’l kasid
8. miyan, nakarat
9.B
10.B
11.D
12.D
13.B
14.A
15.E

 
 
  Bugün 2 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol